Elini ayağını nereye koyacağını bilemez bazen insan. Yazıyla anlatmaya çalışmak çoğu zaman, onun deyişiyle ‘kapı deliğinden izlediğin manzarayla yetinmeye’ benziyor. Bu kez daha güçlü, kendinden emin ve sakin bir Şebnem Ferah var karşımızda. Ama bir şarkısında söylediği gibi hálá kalbi delgeçlerle delinmeye hazır. ‘Nasıl olsa alıştım ben uzak rüzgarlara, gel bir parça da sen kopar canımdan, ekmeğimden’ diyor. Albüm, salı günü Pasaj Müzik etiketi ile raflarda olacak. Pasaj Müzik’in nefis Boğaz manzaralı terasında yeni şarkıları eşliğinde bir röportaj yaptık.
Bu albümde gelebilecek her türlü darbeye karşı daha güçlü ve hazırsınız gibi bir his var...
- Belli yaş dönemlerinde, belli tecrübelerden sonra bunlar bütün insanların yaşayabileceği şeyler. Şarkı yazarken karnımı açmayı seven bir tarafım olduğu için malzemem genelde kendim oluyor.
Karnınızı bu kadar açmak sizi rahatsız ediyor mu? Şarkılarınızla tanımadığınız bir sürü insanla çok özel bir noktada buluşuyorsunuz...
- Dinleyicinin hakkımda bir takım çıkarımlara varacağını düşündüğüm şarkı sözleri yazmak benim için o kadar korkutucu değil. Dinleyicimle çok kemikleşmiş bir ilişki kurduğumu düşünüyorum. Artık onlara kendimi açmaktan korkamam. O zaman ihanet etmiş gibi hissederim kendimi.
Ama olur ya, bazen insan en yakınına bile bazı şeyleri anlatmak istemez. Perdelediğiniz oluyor mu sizin de bazı şeyleri şarkı yazarken?
- Tabii ki olur ama kendimi durdurma noktam ‘Bunu söylemesem daha iyi olacak’ gibi bir şey değil. Geçen albümüm buna en iyi örnektir aslında. Kendimi hiç frenlemediğim, içimde olup biteni olduğu gibi yansıttığım bir albümdü o. Kendimi durdurmak isteseydim o albümde durdururdum. Ancak birilerine karşı sorumluluk duygusu sebebiyle bir şeyleri frenleyebilirim.
Bundan önceki albümlerde başkalarının sebep olduklarından çıkan sorunlar ağırlıktaydı. Ama bu albümde sizin içsel yolculuğunuz ön plana çıkıyor gibi.
- Kabuğuna çekilmek ayrı bir şeydir, hem etrafı hem kendini algılamaya çalışabilmek, kendine olan dönüklüğünü dışarıya da gösterebilmek ayrı bir şeydir. Ben bu ikisini dengelemeye çalışıyorum.
Bir röportajınızda ‘Yalnızlığımla iyi geçinebiliyorum ama beni beklenmedik yalnızlıklar acıtıyor’ demiştiniz. Bu albümde ‘Kalabalıklar arasında yalnız kalmaktansa dünyanın bir ucunda tek başınayım’ diyorsunuz. Bu, tercih edilen bir yalnızlık mı?
- Evet, bu benim karar verdiğim bir yalnızlık. Aslında bunun için dünyanın bir ucuna gitmeye gerek yok. Bunu kendi evinizde de yapabilirsiniz. İnsanın zaman zaman kendini ve hayatını değerlendirmesi için yalnızlığa ihtiyacı vardır. İstediğim zaman tek başına olmak beni daha iyi ve güçlü hissettiriyor.
Gitgide daha mı sertleşiyor kabuğunuz? ‘Ben zaten düşmüşüm ve alışkınım uzak rüzgarlara, gel bir de sen vur’ gibi cümleler kurmuşsunuz.
- İnsan ilk kez kötü bir şey yaşıyorsa duvara tosluyor. O kötü şey bir daha olduğunda, acısının ne kadar zaman sonra gideceğini bilmek, ‘eyvah’ dedirtmemeye başlıyor. Beni hazırlıksız olduğum şeyler korkutuyor hep.
Kirlenmeye karşı nasıl koruyorsunuz kendinizi?
- Ara sıra kendimi eve kapatmalarım, bir yerlerde tek başına tatil yapışlarım meşhurdur benim. Bu şekilde kendimi yeniliyorum. Sivri kalmasını istediğim şeyleri de koruyabiliyorum böylelikle.
Sezen Aksu, İspanya’da bir dergiye verdiği röportajda ‘Şarkıcılığımın ilk yıllarındaki masumiyeti kaybettiğimi düşünüyorum’ demişti. Siz koruyabiliyor musunuz o masumiyeti hálá?
- Müzikal olarak bir kaybım olduğunu söyleyemem. Çünkü ben çalışkan bir müzisyenim. Ama çocukken yaşadığınız saflıkla, kaba bir tabirle feleğin çemberinden geçtikten, kabuk tuttuktan, çeşitli mekanizmalar geliştirdikten sonraki haliniz arasında dağlar kadar fark var. Belki gidip banka soymuyorsunuz ama o masumiyet ister istemez yitiriliyor. Öte yandan kuyu gibi olup da, herkesin içinize çamur atması da mümkün değil; çünkü aynı oranda da güçlü ve bilinçli oluyorsunuz.
Hoşçakal şarkısında diyorsunuz ki ‘Biraz su biraz yeşillik, her yer benim evimdir.’ Böyle bir kadın mı Şebnem Ferah?
- Bu zamanla geldiğim nokta. Bütün bu içsel yolculuktan sonra her yerin benim evim olabileceğini, herkesle bir noktada iletişim kurabileceğimi gördüm.
Müzikal olarak nasıl bir albüm oldu ‘Can Kırıkları’?
- Sound’unu diğer albümlerime göre biraz daha sert bulabilir dinleyiciler. Enerjiyi biraz daha iyi hissedecekler sanırım. Çok daha iyi bir sound yakaladığımızı düşünüyorum. Ama bu alınmış bir karar değil. Hiçbir zaman şarkı yaparken bu şarkı da şöyle olsun demedim. Arkadaşlarıma dinletiyorum, onların katkıları çok büyük oluyor. Bir yolculuğa çıkıyoruz şarkılarla beraber. Her şeyi doğal akışına bırakmayı seviyorum.
Tarkan Gözübüyük’le yine bir aradasınız bu albümde. Nasıl bir etkisi oldu onun bu albüme?
- Tarkan’la ilk iki albümde beraber çalışmıştık. Uzun zamandır onunla yeniden çalışmayı çok istiyordum. Tarkan sadece bir müzisyen olarak değil, insan olarak da etrafındaki insanların en güzel taraflarını ortaya çıkarmasını başaran biri. Bu yüzden benim için çok değerli. Tabii Tarkan’ın yanı sıra diğer bütün ekip arkadaşlarımın da varlığı çok önemli.
Yıllardır konserlerde de beraber çaldığınız arkadaşlarınız onlar değil mi?
- Evet. On senedir birlikte çalışıyoruz. Buket Doran, Metin Türkcan, Ozan Tügen, Aykan İlkan’dan oluşuyor bu ekip. Artık aile gibi olduk. Beraber vakit geçirmekten çok hoşlanıyoruz.
Bu şarkılar ne kadar zamanda oluştu?
- Yaklaşık bir sene sürdü sanıyorum. Şarkıların büyük bir bölümünü Amerika’da yazdım. Döndüğüm andan itibaren de stüdyodaydım. Hatta bazı şarkıları da stüdyo sırasında yaptım. Bir de şarkıları istediğim zaman, o duyguyu yakalayabildiğimde söyledim.
CAN KIRIKLARI ASLINDA KARİN KARAKAŞLI’NIN KİTABI
Son albümümü çıkardığımda şirkete benim için bir zarf geldi ve içinden Can Kırıkları adında bir kitap çıktı. Yazarı, Karin Karakaşlı. Kitabı elime alır almaz, şarkıyı kafamda duymaya başladım. Bu albüm için ilk yaptığım şarkı o oldu. Hepimizin kalbi kırılır, acıları olur ama bunun bu kadar keskin ifade edilmesi çok hoşuma gitti. Albüm adı için kendisini arayıp haber verdim. Karin’in de bundan keyif alması beni daha da mutlu etti.{
ĐαяКШίτ¢Ħ ; Kullanıcısının İmzası
}
Şebnem Ferhah 2 Temmuz 2005 Hürriyet Gazetesi Röportajı